İlkelerimiz var neredeyse hemen her konuda. Benim de var elbette. Anadilimdeki kelimeleri kullanmak daha doğrusu doğru kullanmak gibi. Bakın “anadilim” dedim, “özdilim” demedim. Özdilim Türkçe olsa da anadilimde doğumdan ölüme duyduğum, kullandığım tüm kelimeler birebir Öztürkçe değil. Çünkü diğer dillerle de içiçe geçip kucaklaşan kelimelerle birlikte yaşayan bir dil o. Dolayısıyla da zaman zaman aynı paragrafta, aynı anlama gelen ikisini farklı cümlelerde kullandığım olur. Mesela, “sözcük” demeyi de seviyorum , “onlara “kelime” demeyi de. Bu örnekler o kadar çok olabilirdi ki, başka hiç bir şey yazacak yer kalmazdı. Neyse.
Bazılarının söylenişindeki ahenk insanı cezbeder mesela; “harikulade”, müstesna”, “teamül”, “bilahare”…gibi. Sizi bilmeme ama benim kulağıma çok hoş geliyor onların telaffuzu. Bazıları da bir merak yaratır ve bulduğum, düşündüğüm ya da bildiğimle çok farklı çıkabilir o anlam. Geçen gün yine böyle bir kelimenin peşine düştüm. Bir cümle okudum. “Haddizatında tüm insanlar yalnızdır” şeklinde. İşin felsefe tarafına hiç takılmadım doğrusu, zira bu alışık olduğum bir söylemdir. Takıldığım, uzun bir süredir etrafımda kullanan kimsenin kalmadığı o ilk kelimesi idi. HADDİZATINDA. Ailemde kullanılırdı, evet, ben de kullanırdım. Sonradan çıkıp gitmiş dilimden farkettim, ne yazık. Böyle kelimeleri farkedince sanki bir kaybım varmışcasına üzülüyorum. Ama zaten var bir kayıp dilim açısından. Ben kullanmazsam benden sonrakiler de kullanmayacak doğal olarak. Öylece yitip gidecek demek ki birçok kelimemiz. Dilimiz fakirleşiyor, bu bir hakikat. Bir dilin zenginliği olduğunu düşlünüyorum böyle aynı anlama gelen kelimelerin birlikte kullanımının… Mesela dışarda şu anda yağmur yağıyor. “Yağmur” dedim ama dedem ya da babamın “rahmet” dediğini de anlardım. Hem rahmet bence çok daha geniş anlamlı. Büyük oğlum anlar da küçüğü bilir mi emin değilim. Aralarında sadece on yıl var ama bu zaman dilimi bir dilin üzerinde çok farklı etkiler yapabilmeye muhtedirdir. Öyle de oluyor. Bazan kulak verince gençler adeta farklı bir dil konuşuyorlarmış gibi geliyor. Aynı evlerde bile farklı dünyaların insanları yaşıyor sanki. Yine de bireysel olarak bu konuda epey şanslı olduğumu düşünmeden edemiyorum. İyi ki…
Evet, düştüm haddizatında kelimesinin Peşine. İlk kullanımının 1680 yılında Meninski tarafından Thesaurus adlı bir sözlükte olduğunu öğrendim. Tanıdığım bir isim değildi. Eserini de bilmiyordum. Bir kelimenin bana katkısına bakar mısınız? Kendi kökeninden ve etimolojisinden öte bana bir insanı, bir önemli eseri de öğretti. Etimolojik olarak, kökeni Arapça olan bir kelime. Had ve zat şeklinde iki kelimenin bileşmesiyle oluşmuş. Ama işin doğrusu akla gelen sınır ve kişi ile çok da ilintili değil bileşik haldeki anlamı. TDK da “aslında” şeklinde anlamdırılmış. Bunun yanında diğer anlamlarına da şöyle denk geldim: “Doğalı içinde”, “tabiatı gereği” gibi… kullanımında en çok TDK nın dediği gibi “aslında” anlamını yakıştırıyorum. Sanırım öyle de kullanıp, öyle anlıyorum.
Biraz da keşfettiğim, Meninski ve eserinden bahseden yazıdan aktarım yapmak istiyorum. Bir çalışmadan aynen aldım:
“1628-1698 yılları arasında yaşamış olan Fransız asıllı Polonyalı Doğu dilleri (Türkçe, Arapça ve Farsça; yani, Osmanlıca) uzmanı Meninski, XVI. yüzyıldan itibaren Avrupa’da güçlenmeye başlayan ve XVII. yüzyılda daha da ivme kazanan Türkiye odaklı şarkiyatçılığın öncülerinden biridir. ………… (Burada başka cümleler vardı) Meninski’nin 1680’de Viyana’da yayınladığı Thesaurus Linguarum Orientalium Turcicae, Arabicae [et] Persicae […]: Lexicon Turcico-Arabico-Persicum[…]& Grammatica Turcica ve 1687’de yine Viyana’da ek olarak yayınladığı Complementum Thesauri Linguarum Orientalium seu Onomasticum Latino-Turcico-Arabico-Persicum, hem Türkiye odaklı o dönem Avrupa şarkiyatçılığı bakımından, hem bu şarkiyatçılığın temel stratejik amacı olan Osmanlı İmparatorluğu’nu her yönüyle tanıma sürecine ciddî bir katkı olması bakımından, en önemli kaynaklar arasındadır. Başka deyişle, XVI. ve XVII. yüzyıllarda Avrupa’lıların, toplumsal yaşam, kültür, dil, tarih, coğrafya, nüfus ve etnik yapı, siyaset, ekonomi, yönetim, kurumlar, ordu ve donanma, ulaşım, mimari, tarihî yerler ve arkeolojik kalıntılar gibi pek çok konulara odaklanarak Osmanlı İmparatorluğu’nun tüm yapısını ve gücünü anlama girişimleri, o dönemdeki Avrupa şarkiyatçılığının salt bir humanist ve bilimsel yaklaşımı olarak değil, aslında öncelikle temel bir stratejik amacın gereği olarak algılanmalıdır. Nitekim, Meninski’nin Viyana Habsburg İmparatoru Leopold I’e hitaben yazdığı ithafnamesinde bu amaca yönelik ifadeler yer almaktadır. Dolayısıyla, Meninski’nin sözlüğü ve Türkçe dilbilgisi, Türk dili üzerine humanist ve akademik bir çalışma olmasının ötesinde, Türk kimliği ve kültürüne ilişkin gözlemler içeren ve Avrupa’daki yaygın Türk karşıtlığını yansıtan çalışmalardır. İşte, bu makalede, Meninski’nin Türk diline ve kültürüne ilişkin gözlemleri ve görüşleri, Avrupa Türk şarkiyatçılığının gelişimi ve amaçları bağlamında ele alınmaktadır.Anahtar sözcükler: Meninski, şarkiyat çalışmaları, Türk kimliği, Osmanlıca araştırmaları, Türk dili, Meninski’nin Osmanlıca Sözlüğü, Batıda Türk Dili Araştırmaları.” – *Himmet UMUNÇ (Meninski’nin Türk Dili ve Kültürü Üzerine Görüşleri: Bir Değerlendirme)
* Prof. Dr., Başkent Üniversitesi, Fen ve Edebiyat Fakültesi, Amerikan Kültürü ve Edebiyatı Bölümü, umunch@baskent.edu.tr
Kelimeleriniz hiç kaybolmasın, dilimiz yoksullaşmasın. Bizi biz yapan önemli bir yapı taşıdır anadilimiz. Dünyada konuşulan en kadim dillerden birine sahibiz ve onu yok etmek için adeta çaba sarfediyor gibiyiz, yapmayalım.
Hoşca kalın…