Dün eski notlara bakarken geçen yılın Nisan ayında yazdığım bir şeyleri de okudum. Oldukça uzun aslında ama ben aralardan seçkiler yapmak istiyorum.
“……. ben çocukluğumdan beri Martları hiç sevmem,……. Yaşantımın en kötü olayları ve dönemleri hep bu ay içinde yaşandığındadır belki, gündönümü bile beni heyecanlandırmaya yetmez. Bu yıl da, bize getirdiği büyük bela ile kimbilir daha kaç ay uğraşmak zorunda kalacağız. Şükür ki güzelim Nisan geldi yeniden, biz de yenileniriz dilerim. Tıpkı canlanan toprak, su yürüyen ağaçlar gibi yeniden kucaklarız yaşamı.
Yaşam her zaman cömert davranmaz biz yaşayanlara. Hiç bir zaman istediğimiz kadar, istediğimiz gibi değildir olan biten. Elmaysa bir yerinde bir çürüğü, elbiseyse bir lekesi, kitapsa sevmediğimiz bir bölümü olabilir. Bunların hepsiyle başedebilecek gücümüz var ki bunu da yapıyoruz zaten. Çürüğü var diye elmayı kaldırıp atmak yerine onu üretenin emeğini, hiç değlse toprağın ona kendinden kattığı değeri düşünüp saygıyla orayı kesip atar, elmayı yeriz. Kirlenen elbise yıkanabilir, çıkmayan lekenin üstüne onu kapatacak bir aplike konabilir. Kitabın sevmediğimiz yerini de neden sevmediğimizi belki yeniden ufuk açmak için tekrar yorumlayabiliriz.
Zor günler yaşıyoruz, bazı zorlukları kendi seçimimizle bazılarını da maruz kalıp yaşarız. Bu kendimizin seçmediği, herkesle birlikte içine düştüğümüz bir durum oldu… Koskoca bir dünya gözle görülmeyen miskal-i zerre kadar bile olmayan, kendi kendine yaşamayı bile beceremeyen biyolojik bir yapı yüzünden evlere hapsoldu, işinden oldu, mağdur kaldı, öldü, ölüyor. Bir gülme geldi yüzüme, bir yerlerde adının “virüs mü yoksa virus mu olduğu” tartışmaları bile var, her şey bitmiş o kalmış. Hergün onlarca video, metin, caps geliyor kullandığımız iletişim aletlerine. Artık hepimiz oldukça yetkin(!) bilgi birikimine sahibiz, neredeyse oturup kitap yazacağız yani, o kadar. Üstüne üstlük, tüm bunlardan sonrasını da düşünüyor, fikir üretiyoruz, geleceğe dair. Çeşitli kaynaklardan süzüp-harmanlayarak, bu konuda da tartışma ortamları var elbette, olmaz mı hiç… Beni bu konu sadece yaşamda kalmak adına ilgilendiriyor, her zaman dediğim gibi. Olan olmuş, gelen gelmiş bir kere, sebep miyim? Yok. Ama yaşamak zorundayım madem, neden, niçin olduğu hiç beni ilgilendirmiyor. Kim hangi laboratuvarda üretmiş, hangi ekonomik sistem için, kim yararına falan filan… Çözümün bir parçası olamıyor bunların hiçbiri, o halde kabulden öte birşeyim yok. Olmuş, yaşıyoruz. Beni sonrası da ilgilendirmiyor, kaygı da duymuyorum. Biliyorum ki, yaşam içinde, bazı şeylere ne kadar engel olmaya çalışılırsa çalışılsın önüne geçilemez. Yaşayıp göreceğimiz şeyler için tedirgin olup ne korkmaya, ne de teoriler tartışmaya gerek yok. Elimizden geldiği kadar yaşayıp soluk almaya gayret etmekten yanayım. Çünkü tabiat içinde pek çok canlı-cansız varlığa göre insanın dayanımı hiç de fena değildir, koşulları değiştirebildiği kadar etkin olma özelliğini de katınca umutlanıyorum gelecek günlerden. …” diye devam etmişim. Koskoca bir yıl geçti o günlerden bugüne, tüm alışık olduğumuz şeylerden uzak olarak yaşadığımız. Baharda yazdan umut ettik, yaz geldi kıştan. Şimdi , bu yeni baharda, yine umut etmeli miyim? diyorum kendi kendime. Genelde hiç de karamsar olmasam da maalesef umudum da yok. Uzunca bir süre daha eskiye dönemeyeceğimizi sanıyorum. Belki de hiç bir zaman tam olarak eskiye dönemez dünya. Alışmak ve bununla yaşamak zorundayız. En azından temizliğe dikkat etmeyi öğrendik.
Herşeye karşın, saksısında çürümek üzere olan orkidemin canlanması, bambumun yaprak vermesi beni sevindiriyor. Doğa genel seyrini sürdürme çabasında. Biz de ona uyum sağlayalım… Her ne kadar maskelerin, siperliklerin içinde olsak da, her yere her şeye dokunamasak da yaşıyor olmak, direnmek, hayata karışmak mutlu ediyor insanı, bir gün özgürce sevdiklerimizle birlikte olmanın umudu da… Kimbilir, belki de sandığımız kadar uzak değildir o günler. Yine de, şimdi bile, Nisan güzel ay, belki de en güzeli ayların. En sert rüzgarı, boranı bile ardındaki güneşimizi engellemiyor, ne güzel! Günü yaşayalım, ne kadarsa artık… Sevgiyle, umutla…
SUNA ÇİFTCİ