Hiç beceremedim kağıttan uçaklar gemiler yapmasını. Kağıda kıyamamışlığımdandı belki. Annem eşyaların da canı var demişti, öğrenmiştim. Kağıt ağaç ölülerinden yapılıyordu çoğunca, bilmiştim. Yahut beceremiyordu parmaklarım biçimlendirmeyi kağıdı.
Fakat harfler ve çizgiler bir başka yakışıyordu kağıda. Minik defterlerden anlıyordum yaşamak tılsımlarını. Kalem, sihirli bir değnekti adeta. Ve kelimeler, hayata değmekti.
Çorba kasesinde, balkon korkuluğunda, ekmek arasında, daha pek çok başka yerde karşılaştım şiirle. Fani, gelip geçici değildi varlığı şiirin. Çöp atmaya, pazara, günümü kazanmaya, sevdiklerimi uğurlamaya, sevmediklerimi kucaklamaya, kalabalığa karışmaya, kendimle barışmaya, hep şiirle giderdim.
Zaman geçmezdi kanımca. Biz zamandan geçenlerdik. Esmer elleri vardı zamanın. Bazan sıcak, bazan üşütücü. İşte şiir, zamandan geçmeye başladığımdan beri ılıştıranımdır. Ahvalim nice diye hep şiirden sorulsa isterim. Nasıl ki tabakamın gümüşi rengine, usturama traş kabıma, yamalı fanilamı da taşıyan bavuluma, kadınımın upuzun saçlarına, masalsı ve eksik serüvenime dönüşüyorsa şiir, bilmeli ahvalimi de. Hadi bu gün bir karalama iliştireyim yazımın sonuna, önce esenlikler dileyip. Esenlikler efendim.
Üç yağmur damlası
Çinkoya oturmuş,
Çöp çekiyorlardı
Üzgündük biraz
Şarap dokunmuştu dudaklarımıza
Bir uçan balon belirdi üzerimizde
Bana, yağmurlara, kısa çöpe
Ve şaraba bir de
Tuhafsayarak baktı
Oysa şiirdik hepimiz
Bir şiirdeydik
Bütün tuhaflıklar yakın,
Hem de bizden çok uzaktı…
FIRAT AVCI