Yine bir 8 Mart, çarpıtılmaya çalışıldığı gibi “Kadınlar Günü” değil benim için, o hala “Emekçi kadınlar Günü”, bir kutlama değil, farkındalık günü… Peki farkında mıyız, ne kadar farkındayız? Maalesef bazılarımız için bu gün kendilerine pahalı hediyeler aldırsın, dışarda lay lay lom eğlensin diye saptanmış değil. Üretim içinde olmayan ( konu mankeni, süs bebeği kadınlardan söz ediyorum.), emeğin değerini bilmeyip, o uğraşmasın diye, evini yaşanır hale getiren bir kadına tepeden bakıp aşağılarcasına ismi yokmuş gibi “kadın” diye söz eden patavatsız kadınlardan söz ediyorum. Tabii ki varolsunlar onlar da, ama bugün gerçekten de onların günü değil. Bugün; okula giden çocuğunun ihtiyaçlarını karşılamak için fazla mesai yapan, yüzlerce kişiye yemek yapmak için yemek yemeye bile fırsat bulamayan, hiç kullanamayacağı tarzda lüks tuvaletleri, mutfakları temizleyen, erkeği ile omuz omuza hayatı kucaklayan emekçi kadınların, büroda, fabrikada saatlerce mesai yapan işgücü ve beyin gücü tüketen kadınların günü… Hayatının bir bölümünde reklam işiyle (maalesef) uğraşmış biri olarak bu konuda en eşsiz sloganlardan birini çok severim. “İNSANLAR İYİ ŞEYLERE LAYIKTIR” Sevmediğim bir ürüne ait bir slogan ama doğru. Hepimiz iyi şeylere layığız, ama bunu diğerlerinin üzerine basarak yapamayız. Zira insan, kadını ile erkeği ile tür olarak kendini eşsiz bir varlık olarak tüm şeylerin en üstünde görüp ona göre davranıyor. Bu gerçeği hayatın her alanında görmek mümkün. Keşke öyle olmasa idi. Bu anlayış ne insan, ne haycan, ne bitki ne doğa, ne de her hangi bir şey, hiçbirini tanımayıp katlediyor.
Bir kadın olarak kadın türünü “tümüyle” benimseyip, tüm erkeklerle kırkışan, onları aşağılamaya çalışan biri olmadım hiç. Çünkü her kadın eşsiz, kusursuz olmadığı gibi, her erkek de üsttenci, sadist, kaba ve anlayışsız değil. Bir kediyi bir köpeği anne-baba özeniyle sahiplenip, bir kuşa ağlayan, bir ağaca sarılan incelikte erkekler olduğu gibi, kasap olan, avcı olup vurduğu maralın başında fotoğraf çektiren hemcinslerim de var. Sadece insanın dişisine sahip çıkıp, tavuk, inek, koyun vb haycanların kendini ve çocuklarını yiyen “türcü feminist” hemcinslerim de olduğu gibi. Süt üretimine esir olmuş ineklerin acısını duymayan bir kadına ne kadar empati ve saygı duyabilirim ki?
8 Mart Tarihçesinden söz etmediğim gibi türcü feminizmden de daha çok konuşmaya gerek yok, hepimizin malumu bunlar. Ama onca ölüm üzerine bir farkındalık günü olan bugünün amacından bu denli saptırılması içimi acıtıyor. Aslında can sıkan, içimi acıtan birçok olay yaşıyoruz epeydir. Hergün bir yenisi ekleniyor, önce insan, sonra kadın olarak dikkat çekmesi ve üzerinde düşünülmesi gereken haller bunlar. Son günlerden bir iki örnek verip susacağım:
Bir eğitim birimine yetkili yerden bir yazı geliyor ve şunu diyor özet olarak; “engelli ve hamile …olanlar işten bir saat erken çıkabilirler.”(!) Engelli ve hamilelere karda kışta yapılan bir uygulama bu, uyan uyuyor, aklı selim engelli uymuyor, zira normal günde giden her zaman gidebilir, kendilerine kalmış. Bu çifte standart şimdi neden yapılıyor, özellikle Ramazan ayında? Zor günlerde de yapılıyor ya , neyse. Ve ilginci bu kez KADINLAR da eklenmiş haliyle. Kadınlar da “aman ne güzel” deyip, itirazsız evin yolunu tutuyorlar. Oldu mu şimdi? Nasıl eşitlik savunacağız bundan sonra? Resmen, “bak sen kadınsın, git evine yemek hazırla bakalım” diyen bir anlayış bu maalesef. Bir başka örneği var ki duyduğumda tüylerim ürperdi. Bir şehrin Milli Eğitim Müdürü. Yirmiiki kadın öğretmenin bir sıkıntısı var, eşleri merkezde kendileri ilçelerde, ve işe çok zorlukla gelip gidebiliyorlar ve eşlerine yakın yerde çalışmak istiyorlar. Bu yapılabilecek bir işlem ama saygıdeğer müdür beyin cevabı şu: “İşiniz ya da aile hayatınız arasında seçim yapın, ya işe gidersiniz ya da evde ailenizle ilgilenirsiniz.Benim eşim de çalışmıyor.” Bu anlayış önümüzdeki zaman diliminde giderek kadını eve hapsetmek niyetinde gibi görünüyor. Susacak mıyız? Hele de biz kadınlar bunun bir lütuf olduğunu mu düşünmeliyiz? Akıl tutulması mı yaşıyoruz? Yüz yılı aşkın bir Cumhuriyetin Kadınları böyle mi olmalıydı, sorarım size? Otuzlu yılların Öğretmen Okulunu okuyan anneannem bile çok daha feministti, her iki alfabeden yazılı her şeyi okuyup yazardı rahmetli. Doksanüç yaşında dünyayı terk edene dek de hep hak savunucusu oldu bir kadın olarak. Şimdilerde bazı kadınların düşünce yapısını gördükçe gerçekten çok üzülüyorum. Töre cinayetlerinin kışkırtıcısı da kadınlar, sevgilisiyle çocuğunu katledenler de. Eşini ve çocuklarını terk edip başkasından çocuk doğuranlar da bizden. Evet erkekler çok hatalı ama kadınlar da öyle eskisi kadar mağdur olmamalı. Her ne kadar elimizi kolumuzu bağlamaya çalışsalar da, erkek egemen kanunlarla yolumuzu kapatsalar da çıkış yolunu arayıp bulmalıyız. Yapılanların sebep ve sonuçlarını gözden geçirmek gerek. Bu tabii ki sosyolojik bir olgu, artık iletişim çok fazla, sosyal medya hepimizin malumu. Ama bunu yararlı şeylere kullanacak olgunluğa gelemiyoruz bir türlü. Özellikle, bile isteye cahil bırakılan iki üç nesil var artık. Pek çok alanda ileri değil geri gidiyoruz. Yıllar yıllar öncesinde vasıflı kadınlarımız vardı. Pilottu, doktordu, yazardı, ressamdı, öğretmendi, mühendisti…Yine var ama biz vatman ya da minibüs sürücüsü olanını görünce hala şaşırıyoruz.
Neyse…Biliyor musunuz, bu kelimeyi ne çok kullanır oldum, olduk. Hani şu “neden ise” anlamına, olduğu gibi kabul edelim anlamına da gelen birleşik kelimeyi. Oysa hepsinin, her şeyin neden olduğunun farkındayız.
Sonsözler:
Kadınız, dünyanın da ülkemin de yarısıyız. Üretir, değerlendirir, elverişli hale getirir, yaşamı sürdürürüz.
DEĞERLİYİZ, YETER Kİ BUNU UNUTMAYALIM. Rapunzel değiliz, saçlarımız öyle sevdiğimizden uzun, kimsenin işine yarasın diye değil! Kimse için süpürge de etmeyiz!
Unutmayalım, kendimizi edilgin hale getiren davranışlarda bulunursak, hayatın her alanında bunun hesabını vermek zorunda kalıp bedel öderiz.
New York ‘da eşit işe eşit ücret için grev yapıp yanan ölen kızkardeşlerimizi ve bugünün saptanmasına sebep olan, 1917 Çarlık Rusyasına başkaldıran ve devrimi başlatan kızkardeşlerimizin cesaret ve mücadelesini de unutmadan yaşayalım.
Güçlüyüz, hepimiz birer dünyayız, çiçek-böcek değiliz, unutmayalım. Çok şey isteyelim ve bu uğurda çalışalım.
Anneysek eğer (kutsanmayı beklemeyelim, tabiatın armağanıdır, her dişide bu durum olabilir) çocuklarımızı iyi yetiştirelim. Kızlarımız prenses ya da iyi eş adayı değil, birer bireydir. Oğullarımız da bacaklarının arasındaki et parçasından dolayı prens ya da her hangi bir üstünlüğü olan varlık değildir, kızlarla eşit bireydir. Evde onlara da eşit roller verelim ki ilerde eşlerine yardımcı olsunlar. Yalnız kaldıklarında hayatlarını zorlanmadan yaşasınlar. Kızınız bunu yapabilecektir zaten, yeter ki ona ilerde ekonomik bağımsızlığına erişecek imkanları yaratın.
FARKINDAYIM, KADINIM, DAHA GÜZELE ULAŞMAK İÇİN ÇABALAYANLARDANIM…
KIZKARDEŞLERİMİZİN ANISINA SAYGIYLA…
SUNA ÇİFTCİ